3 Ekim 2012 Çarşamba

Ece Aymer Craft House İstanbul

Merhaba,

Ece Aymer Craft House İstanbul Atölyesi ile ilgili bilgiler ve resimlere yeni bloğum

Ece Aymer Craft House İstanbul' dan devam edeceğim.

Blog adresi: craftistanbul.blogspot.com

İlginize teşekkür ederim.

Süeda Erduran

6 Mart 2012 Salı

MANDAL...

Altı kardeşin en küçüğüydü Sevim... Hem yaşça, hem boyca... Geçirdiği rahatsızlık sonrasında boyu çok uzamamıştı... Ama ailenin her zaman neşe kaynağıydı... Fatih'te kendilerine ait 5 katlı bir apartmanda oturuyorlardı... Babasını kaybettiği için 1.kattaki dairelerinde annesiyle oturuyordu... diğer üç katta ise ağabeyleri vardı. Ablaları aynı apartmanda değildi ama yakınlardı.  Tam 16 yeğeni vardı. Onlarla oynayıp, gülerek, bazen kavga ederek, bazen terbiye ederek geçirdi yıllarını... Küserdi, kırılırdı bazen çocuk gibi, ama gönlünü almak çok kolaydı. Bazen küçük bir çikolata, bazen yanağına kondurulan bir öpücükle yine güller açardı yüzünde...

Onu tanıdığımda 55 yaşlarındaydı, eşimin küçük halası... Yıllar içinde bir ağabeyini ve iki ablasını yitirmişti... Sonra annesini kaybetti. Dışarı çıkmaktan pek hoşlanmazdı, annesini kaybettikten sonra da iyice eve kapadı kendisini. Yeğenler teker teker evlendi.... Yeni gelinler, damatlar ekleniyordu aileye ve yeni torunlar... Onlara baktıkça gözlerinin içi parlıyordu Sevim Hala'nın. Etrafında onu koruyan, gözeten, besleyen yaprakları vardı ama yalnız bir çiçekti Sevim Hala...

Bir araya gelinen aile toplantılarında Sevim Hala'nın yeğenlerine yaptığı tatlı şakalar anlatılır ve o güzel günler yad edilirdi... En sevdiği şaka ise yeğenlerinin veya çocukların eteğine, ceketine hissettirmeden mandal takmaktı... Cekete takılan mandalla okula gidenler,evden giden misafirin eteğinden sarkan mandal, bahçeye oynamaya giderken kazağınızdan sarkan mandal... Artık hissettirmeden nereye takabilirse... Anlatıldıkça gözlerimizden yaşlar gelene kadar gülerdik.

İşte bu güzel insan iki gün önce 72 yaşında, bütün sevenlerini gözleri yaşlı bıraktı... O güzel, yumuşacık kalbine yenik düştü Sevim Hala...

Dün Fatih Camii'nden uğurladık onu son yolculuğuna... Yeğenleri, torunları herkes oradaydı...

Tabutunun üzerindeki örtüsünün ucunda kimsenin bir anlam veremediği küçük tahta bir mandal vardı...
O mandal, yeğenlerinin, torunlarının sevgilerini ve dualarını ekledi yanına, Nur içinde yat SEVİM HALA...


2 Mart 2012 Cuma



RESİM SERGİMİZE DAVETLİSİNİZ .....

15 yıl evet yanlış okumadınız 15 yıl...  Hayatımda hiç bıkmadığım, yaşamımdan hiç çıkarmak istemediğim resim yapımıyla geçen 15 yıl...

Resim ile beraberliğimiz 1997 yılının Eylül ayında Karakalem çalışmaları ile başladı... Rahmetli öğretmenim Sn. Atilla TOS'un katkılarını hayatım boyunca unutamam, nur içinde yatsın...

Sonra yavaş yavaş renkler katılmaya başladı resimlerime... Ve Sn. Bahattin ODABAŞI ile pastel çalışmaya başladım. Çok şanslıydım çünkü, emeklemekten yavaş yavaş yürümeye geçtiğim bu dönemde Türkiye'nin sayılı ressamlarından biri olan sayın öğretmenimin bilgisi ışığında ayaklarım yere daha sağlam basmayı öğrendi...

Resimle olan beraberliğimin 5. yılını kutlarken, canım kuzenim Zeynep sayesinde Azerbaycanlı çok kıymetli iki öğretmenle, Sayın Tariyel HASANOĞLU ve sevgili eşi Pervane HASANOĞLU ile tanıştım. Ve bu tanışma 10 yıldır süregelen öğretmen - öğrenci beraberliğinin yanında, arkadaşlığı, dostluğu da beraberinde getirdi...

Ve şimdi bu süreçteki resim çalışmalarımı dostlarımla, arkadaşlarımla paylaşma zamanı....

Resimlerimi sevgili arkadaşım Işın Akpınar'ın resimleri ile birlikte;



                                       22 - 30 Mart 2012 tarihleri arasında 


                        Beşiktaş Belediyesi Ortaköy Sanat Galerisi'nde sergileyeceğiz...




Bu süreçte bana destek veren öğretmenlerime, arkadaşlarıma, aileme, eşime ve canımdan çok sevdiğim kızlarıma teşekkür ederim...

Hepinizi bekliyorum :))

Sevgilerimle...







23 Şubat 2012 Perşembe

ZEYTİN....  ve   MEMO......


Merhaba,


Zeytinzeytingiller familyasından meyvesi yenen Akdeniz iklimine özgü, boylu bir çalı veya 10 metreye kadar boylanabilen, sık dallı, yayvan tepeli, herdem yeşil yapraklı yaklaşık 2000 yıl yaşayabilen bir ağaç.

Baharın sonlarına doğru yaprakların koltuğunda seyrek salkımlar halinde açan, küçük beyazımsı-sarı renkli, kokulu çiçekleri var. Rüzgârların taşıdığı çiçek tozlarıyla döllenen çiçekler etli ve yağlı meyve verir. Meyve önce yeşil, olgunlaştıktan sonra da parlak siyah bir renk alır. Etli meyvenin içinde sert bir çekirdek vardır. Meyvenin etli kısmından ve çekirdeğinden elde edilen "yağı" bakımından çok değerli. Aynı zamanda ağacının çok heybetli ve estetik bir görünümü vardır.
Yüzyıllardır Akdenizlilerin sağlık ve güzellik kaynağı olan zeytin, bol miktarda bitkisel protein, yağ, A, C, E vitaminleri ile kalsiyum, fosfor, kükürt, klor, magnezyum minerallerini içeriyor aynı zamanda cildi güzelleştirip, ciltteki kırışıklık oluşumunu da engelliyor. Dayanıklılığın sembolü olan zeytin, kutsal metinlerde de şifa kaynağı olarak belirtilmiştir. (Bilgiler için kaynak olarak www.wikipedia.org'dan yararlanılmıştır.)
Diyeceksiniz ki 'Zeytini anladık ama Memo kim?'
Memo eşimin kuzeni, can dostu.... Memo, 2003 yılından bu yana firmasında zeytin üretiyor.

Üretilen ürünlerin başlıcaları 
BKM Gıda ve İnşaat Ltd Şti. tarafından formülüze edilen marine edilmiş çeşitli siyah ve yeşil zeytinler, az tuzlu Gemlik zeytini ve doğal Gemlik zeytin ezmesi gibi özel ürünler. 


Üretimin tamamı kendi laboratuarlarında yapılan mikrobiyolojik ve kimyasal analizlerle kontrol ediliyor. Bu ürünler Batı Avrupa ülkeleri, freeshoplar ve iç piyasada Sofrana ve Memo markaları ile satılıyor. 
'Gemlik Zeytinlerimizi Buzlukta Saklayın, Yağ eklemeyin! İşte lezzeti o zaman görün...' sloganı ile dikkatleri üzerine çeken SOFRANA Zeytinlerini incelemek ve tadına bakmak için sipariş etmeyi düşünürseniz (ki mutlaka denemenizi tavsiye ederimwww.sofrana.com.tr adresini ziyaret etmeniz yeterli olacaktır...
Eveeeet işte bu güzel zeytinlerin soframıza ulaşmasına yardım eden Memo'nun bugün doğum günü.... Ben de Memo ve eşi Zeyno'ya, sabah kahvaltılarında o güzelim zeytinlerini yerken beni hatırlamaları için keçeden amerikan servis hazırladım...

Doğal olarak üzerinin desenini zeytin dalı seçtim ...

Memo'cum sevdiklerin ve sevenlerin ile nice mutlu yaşlara... Doğum günün kutlu olsun...


3 Şubat 2012 Cuma

ALEX'İ KAYBETMEK...

Merhaba,

Çok çok çok uzun zaman olmuş. Blogunu unuttun diyeceksiniz, haklısınız da. Blogumu unutmadım ama başına geçmeyeli gerçekten uzun zaman oldu...

Hani bazen hiç birşey yapmak istemediğiniz, elinizin bir şeylere varmadığı zamanlar olur ya işte sanırım öyle bir dönem atlattım.

Öyle olaylar yaşadım ki insanlara safça güvendiğimi yüzüme inen okkalı bir Osmanlı Tokadı ile daha iyi anladım. Maalesef, evet maalesef diyorum bundan sonra insanlarla olan diyologlarımda güven kısmının kapısı hep aralık olacak...


Yaşadıklarımın hepsini yazıp başınızı ağrıtmak istemem ama Köpeğimiz Alex ile ilgili olanı sizlerle paylaşacağım... Çünkü benim için en ağır olan ve beni en çok yaralayan bu....


Alex ailemize katıldığında 4 aylıktı... Kızlarımın Fenerbahçeli olması ve köpeğimizin de top oynamayı çok seviyor olması isminin Alex  konulma nedeniydi...
Bahçeli bir evde kirada oturuyorduk, dolayısı ile Alex'in yuvası ile ilgili hiç bir problemimiz olmamıştı. Onu eğitime de götürdük: Tasmalı temel eğitim ve 6 ay sonra da tasmasız temel eğitimini aldı...
Alex büyüdükçe kuvvetlendi... 2,5 yaşına geldiğinde yaklaşık 40-45 kilo ağırlığında süper bir kurt köpeği olmuştu bile... 

İlk önce hep beraber bakarız diye verilen sözler, okullar, dersler, yoğun mesai saatleri araya girince tamamen bana kaldı tabii. Bu beni oldukça zorladı çünkü boynumda boyun fıtığım ve sağ kolumda da tenisci hastalığı denilen dirsek hastalığım var. Hal böyle olunca 40 kiloluk genç kurt köpeğini dışarıda gezdirmek oldukça zorlaşıyor... Neyse... Eşimin bu konudaki desteğini göz ardı edemem... Sabah ve akşam olarak iş bölümü yaptık... Sabahları benim akşamları ise eşimin oldu...
Ben Alex'i tasmalı gezdiriyordum çünkü başka bir köpekle karşılaştığımızda onu zapt etmekte güçlük yaşıyordum. İki kere onun kuvveti ile baş edemediğimden düştüm. Kolum daha da kötüye gitti ve ameliyat olmak zorunda kaldım...

Günler böylece geçiyordu. Bu arada taşınmamız gündeme geldi yeni geçeceğimiz yerde Alex için ayrılabilecek bir alanımız yoktu. Bu bizim için çok büyük bir problem teşkil etmeye başladı... Biz de arkadaşlar ve tanıdıklar vasıtası ile Alex'i güvenerek teslim edebileceğimiz bir aile arayışına geçmek zorunda kaldık. 5-6 aile bulundu hepsiyle teker teker konuşuldu, yerlerine gidip bakıldı. İçimize sinmedi veremedik. En son gelen ailenin 5 tane kurt köpeği vardı... Bahçeleri oldukça müsaitti. Hem kurt köpeği baktıkları için hem de kendi cinsleri ile bir arada yaşamanın onu daha mutlu yapacağını düşündüğümüzden Alex'i bu aileye vermeyi kabul ettik. Alex'i veririken yaptığımız konuşmada ise Onun bizim için çok değerli olduğunu zarar görmesini istemediğimizi, onları seçme sebebimizi ve zaman zaman Alex'i görmemizin bir mahzuru olup olmadığını konuştuk. Bize istediğimiz zaman gelip görebileceğimizi kurt köpeklerini çok sevdiğini ve gözümüzün arkada kalmamasını söyledi.

Biz 15 günlük aralarla arayıp Alex'in mutlu olup olmadığını ve diğer köpeklerle anlaşıp anlaşamadığını sorduğumuzda ise bize 'Alex çok iyi, bizim köpeklerle de çok iyi anlaştı rahatı yerinde deniliyordu.' Yaklaşık 4 ay sonra Alex'i görebilirmiyiz diye aradığımızda bir iki erteleme ve sonrasında mırın kırın laflar başladı... Bu durumdan rahatsız olduk.. Çünkü biz Alex'i para ile satmadık, sokağa da terk etmedik, Onun rahat edebileceği bir yeri tercih etmeyi hayal etmiştik. Görmek istediğimizde ısrarcı olunca işin rengi ortaya çıktı. 
Bu beyefendi sandığımız, kurt köpeklerinin kendilerinde önemli bir yeri olduğunu söyleyen kişi, Alex'i kendi köpekleri ile anlaşamadığı için, bize danışma gereğini bile duymadan başka birine vermiş

İşte bundan sonrasında tam bir kabusun içine düştük... Kızlarımın ne hale düştüğünü zaten anlatamam, her gün ağlıyorlar.  Hemen verdiği kişinin adresini istedik... Bayağı bir oyalanıp kandırıldıktan sonra, ondan ona, ondan bir başkasına derken Alex'in kayıp olduğu ortaya çıktı... Yıkılmıştık... Biz Onun rahat etmesini düşünürken Onu kaybettik.

Afişler bastırdık, Hayvanları Koruma Derneğinin gazetesinde yayınladık, sokak sokak iz sürdük en son Seyrantepe civarında görüldüğünü öğrendik ama hiç bir sonuca ulaşamadık... Hala arama çalışmalarımız devam ediyor. Sokak sokak da olsa arayıp Onu bulacağımız ümidini hiç yitirmedik...

Olaydan haberdar olduğumuz andan itibaren içine düştüğüm vicdan azabından Alex'i bulsak dahi kurtulamam çünkü kendimi asla affetmeyeceğim... Bunu bize yapan kibar görünümlü, paralı insanların olay karşısında hiç bir sorumluluk hissetmeyip pişkin pişkin hayatlarına devam etmelerini de içime hiç sindiremiyorum. Ve soruyorum onlara kendi köpeğine bunu yapar mıydı acaba ya da Alex'e para ödemiş olsa bu kadar duyarsızca gözden silebilir miydi? Onu.... Ya da bunca yalanlar bizi sadece kandırmak için mi? Yoksa kendisi beş kuruş uğruna sattı da bizi de bu senaryoda harcadı mı?

Kızlarım baştan beri ne kadar mecbur olsak da gitmesini hiç istemediler. Düşünüyorum da, belki de onların o saf o temiz yüreklerine belkide bu olanlar malum olmuştu.. Ama hayatta basiretimizin bağlandığı anlar olabiliyormuş işte... Şu aşamada çaresizce Alex'i aramaktan başka bir şey yapamıyoruz. Böyle bir sonla karşılaşacağımızdan en ufak bir şüphe duysaydık Alex'imizi emanet edermiydik hiç...

İşte bazen 'hadi canım böyle de olur mu diye inanamadığımız şeyler olabiliyormuş'...


Kalbim acıyor.... ALEX'im her neredeysen senden özür diliyorum, ben kendimi affetmeyeceği ama ne olur sen bizi affet....



26 Ağustos 2010 Perşembe

YAZ TATİLİ

Tatil, tatil, tatil... Gelsin diye dört gözle beklediğimiz, geldiğinde de göz açıp kapayıncaya kadar çabuk geçen tatil...

Evet bir yaz tatili daha bitti sayılır... Üstelik yoğun bir tempoya da yelken açmak üzereyiz. Bayram ve hemen ardından başlayacak olan 2010-2011 okul sezonu... O nedenle bu sene okul için kitap ve kırtasiye alişverişimizi şimdiden bitirdik...

Bu sene küçük kızım 4. sınıfa, büyük kızım ise Lise 1'i okuyacak. Canım kızlarıma ve okuyan herkese kolay ve başarılı bir yıl olmasını diliyorum...

Diliyorum ama çok kolay geçeceğe de benzemiyor doğrusu, bugün facebook'ta okuduğum bir habere göre MEB 2011 de haftasonu tatilini bire indiriyormuş. Yani sadece Pazar günü tatil olacak Cumartesi günü 6 saat okulda sınav veya etüt çalışması yapılacakmış... Ve malesef gitmemezlik yapılamayacak çünkü gelmeyenler yok yazılacaklarmış...

Bu projenin henüz kesinleşip kesinleşmediğini bilemiyorum ama, zaten sınav koşturmalarında bunalan çocuklarımıza ve bizlere Allah sabırlar versin diyorum...

Bugün sizlerle paylaşmak istediğim iki resmim var. Ama önce; bloğumu izleyen ve yorumlarını benimle paylaşan herkese çok teşekkür ediyorum. Çünkü yapılan yorumların (iyi veya eleştirici fark etmez) bizlere farklı bakış açılarını kazandırdığına inanıyorum, bu nedenle benimle yorumlarını paylaşan herkese bir kez daha teşekkür ediyorum.

Manolyalı yağlıboya resmimin kompozisyonu öğretmenimin de yardımlarıyla bana ait. Sehpayı çalışırken oldukça zorlandığımı itiraf etmek zorundayım... Cam vazonun ve sehpanın üzerindeki mermerin dokusunu verebilmek çok da kolay olmadı doğrusu...


İkinci resmim ise başka bir yağlıboya çalışmasından bakarak çalıştığım bir kompozisyon. Bu resmi çalışmak istememin nedeni yağlıboyada gümüş çalışmayı öğrenebilmek içindi... Çok keyifle çalıştığım resmlerden biridir.


Sevgiyle kalın...

29 Haziran 2010 Salı

Kınagiller familyasından içinde küçük çekirdekler ve meyve gövdesini oluşturan yüzlerce tanecikten oluşmuş, hafif ekşi ve bazen tatlı tadı olan, ılıman iklimlerde yetişen, bir meyve türüdür NAR...

Kuraklığa hatta -10 dereceye kadar soğuğa da dayanabilir NAR...


Haziran-Temmuz aylarında açar o güzelim kırmızı çiçeklerini... Türkiye'de nar yiyilerek doğrudan tüketilmesinin yanı sıra "narekşisi" olarak, salataya tat vermede, eti terbiyelemede veya doğrudan içilerek de tüketilmektedir. Taneleri aşure, muhammara ve güllaç'a katılabilmekte ve çeşitli tatlı süslemelerinde kullanılmaktadır.


100 ml nar suyu, yetişkin bir insanın günlük C vitamini gereksiniminin %16'sını karşılamaktadır. Ayrıca nar suyu B vitamini ve potasyum da içermektedir. Çeşitli diyet ürünlerinde nar özü kullanılmaktadır. Çünkü nar özü şeker, kalori ve katkı malzemeleri içermemektedir.

Dünyadaki ülkeler arası nar üretim miktarı sıralamasını göre İran birinci, Hindistan ikinci, Türkiye üçüncü sıradadır.

Yahudi inancına göre nar, "Doğruluğu" simgeler. Bir inanca göre de Adem ile Havva'ya yasak olan cennet meyvesi elma değil, Nar'dır. Bu yüzden, Hristiyanlar'ın dini süsleme sanatında nar, sıklıkla kullanılan bir motiftir...



Antalya'mızın o güzelim ilçelerinden biri olan Side'nin anlamının Nar olduğunu biliyor muydunuz...
İspanya'nın güneyindeki tarihi bir şehir olan Granada'da adını nar meyvesinden almış...

Bu kadar çok özelliği olan bu güzel meyve resimlerede konu olmuş tabi... İşte içinde nar olar iki resmimi, onun hakkında küçük bilgilerle size aktarmak istedim...